Hüsamettin Arslan: “Modern insan gözleriyle düşünür.”
İnsan her dönemde insan. Ama modern dönemde ibret bahsine sağır, tecrübe bakımından nasipsiz olmamızın bu çağa özgü bir sebebi olsa gerek. Yaşadıklarımızdan neden ibret alamıyoruz? Geçmiş hayatlardan neden tecrübe aktarımı yapamıyoruz? Bu soruları felsefe kökenli bir sosyologla, Prof. Dr. Hüsamettin Arslan’la konuştuk.
Jacques Ellul’dan tercüme ettiÄŸi Sözün Düşüşü kitabının izleÄŸinde, ‘göz’ün hâkimiyeti altındaki modern insanın, geçmiÅŸten, gelecekten ve hakikatten koparak ‘an’a hapsoluÅŸuna dair karamsar denilebilecek analizler yaptı. Ancak bütün bu baskıcı atmosfere ‘söz’e itibar kazandırarak karşı koyabileceÄŸimizi müjdeleyen ümitvar bir mesajla bitirdik sohbeti. Buyurun…
Modern zamanlarda yaşadıklarımızdan neden ibret alamıyoruz?
GeçmiÅŸten ibret alamamak modern insanın problemidir. Tipik ‘modern’ bakış açısına göre geçmiÅŸ ‘kötü’dür; çünkü Newtoncı mekanik, ‘doÄŸrusal’ zaman skalasında, yani saat zamanı skalasında geçmiÅŸ ‘geri’yi temsil eder, ‘ileri’yi deÄŸil. Modern insan gözleriyle düşünür, kulaklarıyla deÄŸil. Göz dışarıyı görür, içeriyi deÄŸil. Tefekkürse, mütefekkirin içeriye dönme hamlesidir. Halbuki modern uygarlık insanı hedonizme mahkûm etmiÅŸtir. Carl Schmitt eÄŸlence kültürünün ‘homo politikusmus’u/politik insanı öldürdüğünü iddia eder.
Bu sebeple mi tefekkür imkânını elimizden kaçırıyoruz?
Modern uygarlık bize hayatımızın bütün veçhelerinde hedonist ‘mutluluk’ vaadinde bulunuyor.
Neredeyse her ÅŸey ölmekteyken ‘eÄŸlence’ kültürü sürekli kendi rekorunu kırıyor. Pop, disko, seks, uyuÅŸturucu ve kitle sporları, TV ve INTERNET… EÄŸlence apolitiktir; insanı baÅŸkalarının sorunlarına kapatır. Stadyumda ve diskoda Somali’de, Suriye’de ve Myammar’da açlıktan kırılan insanlar aklınızın köşesinden bile geçmez, geçemez. Modern insan sadece eÄŸlenmek ister. EÄŸlence kolektif hedonizm, hedonizm ise egoizmdir. Yani hedonist egoisttir.
Bunun “modern insan gözleriyle düşünür” tespitinizle alakasını nasıl kurmalıyız peki?
Alakası ÅŸu: göz derinin altındaki ‘maneviyat’a, ‘anlam’a, Alman filozofların deyiÅŸiyle Geist’a kapalıdır. Göz sekülerdir, büyüden yoksundur, mahremi, büyülü olanı, derinin altındakini göremez. Kaldı ki ‘Göz âmâdır’ (Bachelard); baÅŸka her ÅŸeyi görür, kendisini göremez. Kendisine yönelemez, dolayısıyla tefekküre kapalıdır. Teleskop, mikroskop, fotoÄŸraf makinası, dijital kamera ve uydu… Hepsi kördür. Modern uygarlık ‘ışık’ uygarlığıdır, elektrifikasyona boÄŸulan modern kent ‘ışığın’, Ellul’ün terimleriyle göz’ün zaferidir.
Bu kadar aydınlık bir çaÄŸda her ÅŸeyi görebilen insan neden geçmiÅŸten geleceÄŸe ‘anlamlı’ bir yol çizemiyor peki?
Çünkü göz geçmiÅŸe kapalıdır; geçmiÅŸi göremez. Bizim için ‘geçmiÅŸ’ dediÄŸimiz ÅŸeyi var eden, iÅŸitme duyumuzdur, yani kulağımızdır. Göz ise ÅŸimdinin organıdır, ÅŸimdi ‘göz’de zirve yapar; göz ‘ÅŸimdi’yi tescil eder, onaylar ve geçmiÅŸten ve elbette gelecekten nefret eder. Göz geleceÄŸi de göremez.
O zaman “carpe diem” (anı yaÅŸa) felsefesi, tamamen gözün hâkimiyetine dayanıyor diyebilir miyiz?
‘YaÅŸam koçu’nun ve ‘psikiyatr’ın, muhatabı olan seküler mümine yegâne talimatı ÅŸu deÄŸil mi? Anı yaÅŸa, ÅŸimdiyi yaÅŸa ve gerisini (geçmiÅŸi ve geleceÄŸi) boÅŸ ver! GeçmiÅŸi dillendiren ve var eden organımız kulağımızdır; kulak, gözün göremediÄŸi ÅŸeylerin sesini duyar; geçmiÅŸin, insan cetlerimizin, meleklerin ve Tanrı’nın sesini iÅŸitir. “En ontolojik organımız kulağımızdır.” der Heidegger. Zamanın sesini de yalnızca kulağımız duyabilir. Evvel ve ahir yalnızca kulakla kavranabilir. Tahayyül yetimizin kaynağı kulaktır, göz deÄŸil. Muhayyilemiz kulakla geçmiÅŸe ve geleceÄŸe doÄŸru kanatlanır. Kulak OrtaçaÄŸ, göz modern çaÄŸdır. Kulak geçmiÅŸin sesini duyduÄŸu için ‘hafıza’dır, hatırlama ve unutma yeteneÄŸidir.
Kulak sadece metafiziÄŸe deÄŸil, tarihe de açılan kapıdır, diyorsunuz. Tarihe, yani tefekküre ve ibrete…
Evet bu manada kulak muhafazakârdır. Alır ve saklar. Buradaki mantığı bir derece ileriye ve geriye doğru kaydırarak, diyebiliriz ki, hafıza dildir. Anlamı tutan ve muhafaza eden dildir. Modern insan ise işitmez, duymaz, sadece görür; onun için görmek yaşamaktır.
Kulak muhafazakârdır, dediniz ama göz daha tutucu değil mi? Göz değil mi bizi şimdide tutan, geçmişten ibret almamızı ve geleceğe dair tahayyülümüzü imkânsız kılan?
Kulak muhafazakârdır. Neden? GeçmiÅŸin, insan cetlerimizin, meleklerin ve Tanrı’nın sesini iÅŸitmemizi saÄŸladığı için. Halbuki göz muhafazakâr deÄŸil, tutucudur. GeçmiÅŸi ve geleceÄŸi, bir süreç olarak zamanı göremez ve hayatı ‘ÅŸimdi’de dondurur. Bu yüzden mesela televizyonun karşısında hareketsiz kalırız, donarız. Ekran hareket halindedir, biz hareketsiz. Fakat bunun ağır bedelleri vardır. Bunlardan biri obezitedir. Gözün dondurduÄŸu, yerine mıhladığı, hareketsizliÄŸe mahkûm ettiÄŸi insan kilo almaktan baÅŸka ne yapabilir! Ve obezler düşünemezler, tahayyül edemezler, geçmiÅŸin sesini duyamazlar ve geçmiÅŸin tecrübesinden yoksun kalırlar. TV ve cep telefonu ekranının önü, modern insanın mabedidir.
Seküler bir eyleme dinî bir anlam yüklemiş olmuyor musunuz?
Evet, modern insan için TV ve cep telefonunun önü seküler bir mabettir. Modern insan görüntünün (imajın, suretin) önünde sürekli secde halinde olan varlıktır. Tanrı’nın sureti olan insan, dünyevi suretler önünde secde ediyor. GeçmiÅŸ (ezel) ve gelecek (ebed) sürgün edilmiÅŸ. Halbuki yaÅŸadıklarından yalnızca geçmiÅŸin sesini iÅŸitebilenler ders çıkarabilir. Ä°nsan Heidegger gibi düşünmeden edemiyor: “Gelecek hızla geliyor, gelecek geliyor.” “Ä°nsanlığı artık yalnızca bir tanrı kurtarabilir.” Bu apokaliptik bir ifadedir. Ölüm geliyor, kıyamet hızla geliyor. Hem burnumuzun dibinde hem de uzakta.
Ãœnlü sosyalist Guy Debord burnumuzun dibindeki bu kıyameti “gösteri toplumu” olarak tanımlamıştı…
Hayır, ‘seyir toplumu.’ Bu terim dilimize, bence hatalı bir ÅŸekilde ‘gösteri toplumu’ diye çevrilmiÅŸtir. Ellul’ün terimleriyle modern toplum ‘hakikat’i (truth) ‘gerçeklik’ (reality) ile eÅŸitlemiÅŸtir. Oysa ‘hakikat’ iÅŸitilebilen, ‘gerçeklik’ görülebilen ÅŸeydir. ‘I understand,’ ‘I see’ ile eÅŸitlenmiÅŸtir. Modern insan artık yaÅŸamıyor, yalnızca seyrediyor. Ä°nsanın ve toplumun kendisi dâhil her ÅŸey imaja, pazar seyir mekânına dönüşmüştür. Süpermarket çaÄŸdaÅŸ tiyatrodur. Ä°nsan artık hayatın her noktasında bir seyircidir. Seyirci tüketici, tüketici seyircidir.
‘Seyir toplumu’nda, yani gözün hâkimiyeti altındaki toplumda teknolojinin rolü nedir peki?
Sorunuza teknolojinin kendisi hakkında bir düşünceden yola çıkarak cevap verebilirim. Modern teknoloji, modernite öncesi teknolojilerden farklıdır. Modernite öncesi teknoloji, hayatın sadece bir unsuruydu. Modern uygarlığımız, yani teknoljik uygarlık onu hayatın merkezine yerleÅŸtirdi. Bunu da ‘göz’le iliÅŸkilendirebiliriz. ‘Göz ve görme’ hayatın merkezine yerleÅŸmeseydi teknik uygarlık, imkânsız olurdu. Heidegger’in deyiÅŸiyle “Batı metafiziÄŸi,” Jeremy Bentham ile Foucault’nun “Panoptikon”u (pan+optik; görme’nin totalleÅŸmesi, gözetim toplumu), Neil Postman’ın “Teknopoli”si (Teknik+polis/ÅŸehir/toplum), Virilio’nun “Dramology”si (hız mantığı, hipermodernite, teknoloji toplumunun mantığı anlamına gelir) ve dijital/sanal toplum veya elektronik toplum… hiç biri gerçekleÅŸemezdi.
Sizce içinde yaşadığımız dönemde gündelik hayatın akışını, değer yargılarını değiştiren teknolojik alet hangisidir?
Marshall McLuhan için matbaa, en önemli teknolojik icattı. Çünkü ona göre matbaa kendi galaksisini/toplumunu yaratmıştır. Gütenberg Galaksisi. Matbaanın icadı çığır açıcı bir devrimdir (Marx yanılıyor olabilir).
Peki bu çağın çığır açan teknolojisi nedir?
İçinde yaÅŸadığımız hiper-modernite çağına fizyonomisini armaÄŸan eden ÅŸey dijital teknolojidir. Fakat her ne denmiÅŸ olursa olsun, bütün bunların temelinde aynı ÅŸey vardır: göz. Gözmerkezli, gözmerkezci (ocularsentric/okülersentrik) bir çaÄŸda, okülersentrizm çağında yaşıyoruz. Virilio’nun ‘hız toplumu’ çağında. Hız ve adrenalin çağında. Bir ÅŸeyin hızı onun temel doÄŸasını deÄŸiÅŸtirir; hızla birlikte ‘hızlı,’ ‘yavaÅŸ olana’ egemen olur. ÇaÄŸdaÅŸ savaÅŸlarda artık lojistik sadece, tank, personel, yakıt deÄŸildir; imajların/suretlerin cephedeki, cepheden cepheye, cepheden topluma akışıdır (algı lojistiÄŸi veya sibersavaÅŸ). “Tarih silah sistemlerinin hızında ilerler” diyor Virilio. “Işığın hızı dünyayı sadece dönüştürmekle kalmaz, dünyanın kendisi haline gelir.” Hız-mani en büyük deÄŸere dönüşmüştür. Demek oluyor ki, dünya artık kocaman bir göz’dür, elektronik/dijital göz.
Ben sözü yine tecrübeye ve ibrete getirmek istiyorum. Geleneksel toplumda tecrübe aktarımı bir önceki kuÅŸaktan olurdu. Nitekim “kız anadan öğrenir bohça düzmeyi, oÄŸlan babadan öğrenir koyun yüzmeyi” diye bir atasözümüz var. Åžimdi ise dede torundan öğreniyor internet kullanmayı. Bu yeni durum tecrübe aktarımı konusunda nasıl bir hiyerarÅŸi ortaya çıkarıyor sizce?
Dijital teknolojiyle birlikte, öteden beri varolduÄŸumuz topluma ikinci bir toplum eklendi: dijital toplum veya sanal toplum. Sanal toplum, toplum diye bildiÄŸimiz gerçekliÄŸe yamanmış bir ilave, bir ek, bir zeyl’dir. Çocuklarımız artık dünya ölçekli bir dijital cumhuriyetin yurttaÅŸları. DoÄŸru, artık ebeveynler torunlarından öğreniyor. Öyle görünüyor. Tecrübe aktarımının yönü deÄŸiÅŸti! Fakat gerçekten öyle mi? Çünkü en tecrübeli insanlar, interneti en fazla kullananlar deÄŸil. Torunların tecrübesi “gerçek,” daha doÄŸrusu “hakiki” tecrübe deÄŸil, “sanal” tecrübe. Kaldı ki, tecrübe eÅŸittir bilgi deÄŸil. Hakiki bilgiye sahip olmak için “yaÅŸamak” gerekir, tecrübe yaÅŸanılan ÅŸeydir, öğrenilen deÄŸil; torunlar yaÅŸamıyorlar, seyrediyorlar, sadece seyrediyorlar. Fakat bu, ima ettiÄŸiniz gibi, öteden beri varolageldiÄŸimiz toplumda yeni bir hiyerarÅŸi doÄŸruyor. ben buna sanal hiyerarÅŸi diyorum.
Nedir sanal hiyerarÅŸi?
Bildik anlamda sosyal hiyerarÅŸi deÄŸil, sanal hiyerarÅŸi. Sanal toplumun hiyerarÅŸisi. Dijital teknolojiye sahip olanlar ile sahip olmayanlar arasındaki hiyerarÅŸi; dijital teknolojiyi en fazla, en iyi kullananlar ile en az, en kötü kullananlar arasında bir hiyerarÅŸi. Torunlar ile dedeler arasında, dijital teknik kapitale sahip olma derecelerine göre sıralanan bir hiyerarÅŸi. Foucault gibi anladığımızda sanal toplum gözetim toplumudur ve burada en fazla gözetleyenler sanal toplumun egemenleridir; sanal toplum hiyerarÅŸisinin aÅŸağısında, milyonlarca torundan oluÅŸan bir dijital proleterya ikamet eder. Dijital proletarya en fazla gözetlenenlerden oluÅŸur. Onlar özgür olduklarını zannederler, fakat aslında dijital bir hapishanede, yani panoptikonda yaÅŸarlar. Büyük göz, büyük elektronik göz Amerika’dadır. “Mutlak Göz,” yani dijital Tanrı Amerika’da yaÅŸar.
Modern öncesi çaÄŸlarda insanların olgunlaÅŸmak için içe dönmeleri tavsiye edilirdi. Bu sebeple pek çok kültürde inzivanın bir türü mevcuttur diyebiliriz. Bugünse bizi kuÅŸatan imajların büyüsüne kapılmış dışa yönelimli insanlar olduk. Ellul’un modern dünyada kurtulmak için ‘söz’ü kurtarma vurgusu ile insanın içine dönmesi arasında bir baÄŸlantı kurmak mümkün müdür? Söz bizi nereye davet eder?
Düşünme, tefekkür etme organımız kulağımızdır. Göz kendisini göremez, dolayısıyla sorgulayamaz. Oysa kulak bunu yapabilir; insan kendi sesini duyabilir; dil kendisini iÅŸitebilir. Refleksiyon, tefekkür, kendini sorgulama organımız kulağımızdır. Dil kendisini de sorgulayabilir. Kulak içimize açılan hoparlördür. Hakikat görülemez, sadece iÅŸitilebilir. Klasik metinlerimiz “Ä°ÅŸit ey oÄŸul” diye baÅŸlar. Kur’an ve diÄŸer monoteist dinlerin kutsal kitapları “Onlara de ki” ifadesiyle doludur. Kur’an daima tebliÄŸ vasıtaları sıralamasında kulağı gözden önceye yerleÅŸtirir. Ä°lk vahyin tercümesi “Oku” ne yazık ki bir yanlış tercümedir. Aslı “Ä°ktibas et, tekrarla, zikret”tir. Yani zikir ve ve şükür, tesbih ve imame. Göz kılavuza, rehbere ihtiyaç duymaz. Jacques Ellul gözün gördüğü ÅŸey “gerçeklik/olgu”dur, kulağın iÅŸittiÄŸi ÅŸey “hakikat/yalan”dır diyor. Bu ayırım fevkalade önemlidir. Diyanet’in anlı ÅŸanlı ilahiyat profesörlerine yaptırdığı Kur’an mealinde ‘hakikat’ kelimesinin ‘gerçek’ diye tercüme edilmesi entelektüel zilletimizdir. Modern dönemde hâkimiyetini ilan eden göz, insanı seyirci konumuna düşürmüştür. Çünkü göz pasiftir, görüntünün önünde pasiftir, âdeta secde eder.
O zaman modern insan için çıkış yolu yok mudur?
Her zaman bir çıkış yolu vardır. Yapmamız gereken ÅŸey kulaÄŸa, yani söz’e, kelama, yani dile itibarını iade etmektir. Özgürlüğümüz buna baÄŸlıdır. Çünkü bize ‘hayır’ deme imkânını yalnızca söz, kelam ya da dil verebilir. Gözümüz vasıtasıyla dış dünya ile kurduÄŸumuz iliÅŸki despotiktir; çünkü imaj bize kendisini dikte eder ve ona ‘hayır’ deme imkânımızı elimizden alır. Bizi yalnızca söz ya da kelam yahut dil özgürleÅŸtirebilir. Çünkü özgür olmak ‘hayır’ diyebilmektir.
Henüz yorum yapılmamış.